Bu gördüğünüz harita, Ermenistan’ın 1919 yılında Paris Barış Konferansına sunduğu “Büyük Ermenistan” haritası. Denizden denize büyük Ermenistan ideali, her açıdan Ermenî mes’elesinin temelidir. Bu konuda şimdiye kadar sayısız kitâp, makâle ve yazı yazılmıştır. Bununla birlikte fizikî coğrafya üzerinden bir inceleme, maâlesef pek yapılmamıştır.
Bilindiği üzere 1789 Fransız devriminin ardından Osmanlı bünyesindeki pek çok millet isyân etmiş ve bağımsızlıklarını almayı başarmışlardır. Sırplar, Yunanlar, Karadağlılar, Bulgarlar, Rumenler derken, bütün Balkanlar elden çıkmıştı. Aynı dönemde Ermenîler içinde de hareket başlamış ve 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Anadolu’da kanlı olaylar yaşanmıştır.
Balkanların Avrupa’da yer alması, dolayısıyla İngiltere, Fransa ve Rusya başta olmak üzere Avrupa müdâhalesi ve desteğinin daha kolay olması, Balkan milletlerinin başarılı olmasında oldukça etkin olmuştur. Ancak başarılı olup, bağımsız olduktan sonra da Osmanlı’nın kalan topraklarına saldırmışlar, hattâ İstanbul’un yanı başındaki Çatalca’ya kadar gelmişler ve sonuç olarak Türkler, Doğu Trakya dışındaki bütün Balkan topraklarını kaybetmiştir.
Ardından aynı strateji, Ermenîler üzerinden Anadolu için uygulamaya konulmuştur. Doğu Anadolu’yu Türklerden almak ve bir Ermenî yurdu hâline getirmek için Rusya başta olmak üzere ABD, Fransa ve İngiltere harekete geçmiştir. İşte, bu yazıda inceleyeceğimiz durum, tam olarak bunun altındaki jeo-strateji olacaktır.
Paris Barış Konferansına sunulan bu haritadaki sınırlar, uçuk bir Ermenî saçmalığı gibi görünebilir. Ama aslında çok tehlikeli ve önemli bir gerçeğin yansımasıdır. Bu gerçek de Doğu Anadolu ve çevresinin Ortadoğu bölgesinin en stratejik bölgesi olmasından kaynaklanmaktadır.
Öncelikle bugün Sivas’tan Dağlık Karabağ’a ve Kafkas Dağlarının güney yamaçlarından İskenderun körfezi ve Musul çevresine inen alanı incelersek, Ortadoğu’nun hem en yüksek bölgesi olduğunu, hem de en önemli su kaynaklarının doğduğunu görürüz. Batıdan doğuya doğru Kızılırmak, Yeşilırmak, Kelkit, Seyhan, Ceyhan, Fırat ve kolları, Dicle ve kolları, Çoruh, Aras ve Kura nehirleri, doğrudan bu bölgeden doğmaktadır. Dolayısıyla bu bölgeler, Anadolu’nun kalbi, Ortadoğu’nun şâh damarıdır dersek, yanlış olmaz.
* * *
Doğu Anadolu, târihin her döneminde Anadolu, Kafkasya ve Ortadoğu’nun kalbi olmuştur. Doğu Anadolu’ya hâkim olan devletler, Anadolu’nun geneline hâkim olmuş ve Kafkasya ile Sûriye ve Irak coğrafyasında en önemli güç olmuştur. Târihte Anadolu devletleriyle İrânî Medler arasındaki mücâdele, sonraki süreçte Helen devletleriyle Persler arasında devâm etmiştir.
Makedonya Kralı 3. Aleksandros ya da bilinen adıyla Büyük İskender, Persler ile yaptığı savaşları, yine Anadolu üzerinde yaptı. Onun ölümüyle de ardılları arasındaki mücâdeleler, yine bu bölgede devâm etti. Sonraki süreçte de Roma-Part, Roma-Sâsânî ve Doğu Roma-Sâsânî mücâdelesi şeklinde devâm etti. Sâsânî, yâni İrânşehr’in, Araplar tarafından fethedilmesiyle de Doğu Roma-Arap mücâdelesi başladı. Bu da Türklerin bölgeye gelmesine ve Doğu Anadolu’dan başlayarak, bütün Anadolu’yu fethetmesine kadar sürdü.
İrân coğrafyasına hâkim olan devletlerle, Anadolu coğrafyasına hâkim olan devletler arasındaki mücâdele, binlerce yıl sürdü. Türklerin bölgeye geldiği döneme kadar, yaklaşık 1500 yıl boyunca savaşan, mücâdele eden güçler, Türklerin gelmesiyle dağıldı. Peki, ne oldu da, Türkler daha kolay ve daha etkili bir şekilde hâkimiyet kurabildi?
Yeri geldi, Romalılar, İrân’a karşı başarılı oldu, Irak ve İrân coğrafyasında ilerledi. Yeri geldi, Persler ve ardılları, Roma içlerinde ilerledi. Öyle ki, 2. Persler de denen Sâsânîler, bir ara Sûriye, Filistin ve Mısır’ı aldıkları gibi Anadolu’ya girip, Üsküdar’a kadar gelebildiler. Ama kısa bir süre sonra geri çekilmeye mecbûr kaldıklarını görüyoruz. Çünkü Sâsânîler, saldırılarını Irak, Sûriye ve Güney Anadolu üzerinden yürütmüşlerdi. Oysa, Doğu Anadolu’da kalıcı hâkimiyet kurmadan, Anadolu’yu ele geçirmek mümkün değildir.
Araplar da Anadolu’ya aynı güzergâh üzerinden saldırmışlardı. Dolayısıyla hiçbir zamân bir Arap hâkimiyeti kurulamadı. Öyle ki, Doğu Anadolu’yu ele geçirmelerine, bölgedeki farklı bey ve hânedânları itaât altına almalarına rağmen hâkimiyet kuramadılar. Bu da onların Anadolu’da hâkim olmalarını imkânsız hâle getirdi. Sonraki süreçte ise Araplar da geri çekilmek zorunda kaldı.
Türkler ise Anadolu’ya farklı yollar kullanarak girdiler. Çağrı Bey’in Türkmenleri Van yolu üzerinden girmişken, çok sonradan Afşın’ın Türkmenleri Adana bölgesi üzerinden giriyordu. Doğu Anadolu’da yaşanan Pasinler Savaşı, Ani kalesinin alınması ve Malazgird Meydân Muhârebesi gibi olaylar ve ardından Doğu Anadolu’nun fethi ve çok kısa sürede Türkmenler tarafından iskân edilmesiyle birlikte kesin bir Türk hâkimiyeti kurulmuş oldu. Türk kültürü içinde, bu hâkimiyetin en önemli göstergesi ise Dede Korkut hikâyeleridir. Bilindiği üzere Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya coğrafyasında geçer.
Anadolu ve çevresinin çatısı konumundaki Doğu Anadolu’nun fethinin ardından ise Türkmen savaşçıların Anadolu’nun iç ve uç kesimlerine yayılması, çok kolay olmuştur. Anadolu’nun iç kısımlarında Danişmendler ve Mengücekler hâkimiyet kurarken, Selçuklu Kutalmış oğlu Süleymân Şâh, merkezini İznik yaptığı yönetimiyle birlikte İstanbul boğazı kıyılarında görünüyordu. Ayrıca Çaka Bey de İzmir’i alarak ilk Türk denizciliğini başlatıyordu.
Bu durum, yüzlerce yıl devâm etti. Anadolu’daki Türkler, sık sık birbirleriyle savaştı, sık sık isyân ettiler. Ama yüzlerce yıl, yabancı bir askerî gücü görmediler. Yâni Balkanların yaşadığı sıkıntıları yaşamadılar. Tâ ki, Rusların 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında Erzurûm’u işgâl etmelerine kadar. Bu savaşta Balkanlarda Edirne’ye, Anadolu’da da Gümüşhâne ve Erzurûm’a kadar gelen Ruslar, yüzlerce yıl sonra ilk kez Anadolu’nun da tehlikede olduğunu gösterdiler. Bundan 26 yıl sonra 1855’te yaşanan ünlü Kırım Savaşıyla Ruslar, bu kez de Kars’ı işgâl etmeyi başardılar. Kırım Savaşı’nın 22 yıl sonrasındaki 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında yine Doğu Anadolu üzerine saldırdılar. Kars, Ardahan, Ağrı ve Batum çevresini ele geçirmeyi başarırken, Ruslar, Erzurûm’un merkezine çok yakın olan Aziziye Tabyasında durduruldu. Yâni 1829, 1855 ve 1877 yıllarında olmak üzere, 48 yılda aynı bölgeye yönelik üç büyük saldırı yaşandı.
Bu noktada Rusların neden Doğu Anadolu’yu bu kadar çok istediğini düşünmemiz gerekir. Çünkü Ruslar da biliyordu ki, Doğu Anadolu’ya hâkim olurlarsa, Türklerin Anadolu’da ayakta kalması imkânsız olur. Yâni Anadolu, Rus kontrolüne girerken, çevresindeki İrân, Irak ve Sûriye’de de Rus etkisi, çok büyük ölçüde artardı.
* * *
İşte, Ermenî mes’elesinin özü de budur. Hattâ günümüzdeki Kürd mes’elesinin de özü budur. Türkleri, Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasının en önemli su kaynağından, en önemli bölgesinden çıkarmak. Böylece Anadolu’daki Türk hâkimiyetini yok edip, bölgeye yerleşmek.
Enver Paşa, bunu bildiği için 1. Dünyâ Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte Rusları oyalamaya çalışmış, vaktinden evvel bir Rus saldırısını engellemek istemiştir. Savaş başlar başlamaz da, daha kasım ayında Ruslar, tekrar Doğu Anadolu’ya doğru saldırıya geçmiş ve Köprüköy ve Azap muhârebeleri yaşanmıştır. Türk zaferiyle sonuçlanan bu muhârebelerin ardından Enver Paşa tarafından Sarıkamış harekâtı başlatılmıştır. Amerikalı askerî târihçi ve emekli komutan Edward J. Erickson'un "Size Ölmeyi Emrediyorum, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Ordusu" adlı eserinde, Enver Paşa’nın hazırladığı planın, taktik açıdan başarılı olduğunu söyler. Ancak doğa şartları, bâzı komutanların tavırları gibi nedenlerle harekât başarısız olmuştur. Bununla birlikte açıkça ve kesin olarak ortaya koymalıyız ki, ne olursa olsun, o târihte harekâtın yapılması gerekliydi. Çünkü Sarıkamış, hem Kars’ın, hem Erzurûm’un, dolayısıyla bütün Doğu Anadolu’nun kilididir.
Savaşın kaybedilmesine rağmen, Rus birliklerinin de ağır kayıp vermelerinden ötürü, Ruslar, ancak 1916 yılında Erzurûm’a girebildiler. Sovyet devrimi süreciyle birlikte de Türk ordusu, Doğu Anadolu’yu geri almayı başardı ve Sovyet Rusya ile Brest-Litovsk Andlaşması yapılarak, Doğu Anadolu, 40 yıl önce kaybedilen Kars, Ardahan ve Batum ile birlikte geri alındı. Bir süre sonra daha da ileri gidildi ve Kafkas İslâm Ordusu ile birlikte Âzerbaycan kurtarıldığı gibi Kuzey Kafkasya’daki direnişçi Müslümân yapılara da destek verildi.
Enver Paşa’nın Doğu Anadolu’da bu kadar ısrârcı olması boşuna mıydı? Bunun nedeni, onun, iddiâ edildiği gibi, Tûrancı ya da Alman hayrânı olması mıydı, yoksa Doğu Anadolu’yu elde tutmadan vatanın kurtarılmasının imkânsız olduğunun farkında olması mıdır? Hangisi sizce?
Devâm edelim... Savaş bitti. Rusya’da iç savaş yaşandı ve hemen ardından Sovyetler, yeni bağımsız devletleri yok etti. Bu arada Kâzım Karabekir Paşa, kurtuluşun Anadolu’da olması gerektiğini bildiği için Erzurûm’a geçti. Mustafâ Kemâl Paşa da, Samsun’da karaya çıkıp, Amasya’da ünlü genelgeyi yayınladıktan sonra, kongre hazırlıklarını başlatmak için Sivas’a uğradı ve hemen ardından Erzurûm’a geçti...
Peki, Kâzım Karabekir ve Mustafâ Kemâl Paşalar neden işi, Doğu Anadolu’dan başlattılar? Dönem içerisinde neden birbirinden değerli bu üç paşamız, Doğu Anadolu üzerinden hareket etmeye bu kadar önem verdi? Ermenistan, Sovyetlerin son günlerinde neden Karabağ’a doğru saldırıya geçti ve Karabağ, neden 30 yıla yakın süre işgâl altında kaldı?
Bu soruya hepimizin aynı yanıtı vermesi gerekir. Doğu Anadolu’ya hâkim olan Anadolu’ya hâkim olur. Bu kadar basit. Türkiye’nin en önemli su kaynaklarının doğduğu ve yer aldığı bir bölge. Türkiye’nin en yüksek dağlarının olduğu bir bölge. Türkiye’nin en verimli tarım arâzilerinin olduğu bir bölge. Türkiye’nin hayvancılığın en yoğun yapıldığı bölge. Dolayısıyla bunların yanında dağa hâkim olanın, ovaya hâkim olacağının kolay olduğu gerçeğini de göz önüne almak gerekir. Bu arada Doğu Anadolu dememe bakıp, aldanmayın. Doğu Anadolu derken, Ermenistan’ın 1919 Paris Barış Konferansına sunduğu haritaya göre hareket ettiğimi anlayın.
Kim dağlara, suya, tarıma hâkimse, ülkelere de, bölgelere de o hâkim olur. Genel kural budur. Bu basit jeo-stratejik gerçeği bilerek hareket etmek, kimsenin geçmişte Ermenîlerin, günümüzde Kürdlerin kara kaşına, kara gözüne hayrân olmadığını, tek amacın Türkiye’nin hâkimiyetini ortadan kaldırmak ve ardından Ortadoğu çevresinde de
en önemli güç olmak olduğunu bilmek gerekiyor.
Kutlu Altay KOCAOVA
Comments